Tel: 0212 533 27 95

Bize Yazın
İsim
Email
Şehir


ÖRGÜTLENMELİ Mİ ÖRGÜTLENMEMELİ Mİ ?

 

Tatilde Vizontele’yi seyrettim. Güzel, sevimli sıcacık bir filmdi. Yılmaz Erdoğan iyi bir film çıkarmış ortaya. Oyuncular, çekim, mekan hepsi göz dolduruyordu. Böyle olacağını film hakkında yapılan eleştirilerden biliyordum,.beni en çok meraklandıran 12 Eylül’ün nasıl yansıtıldığıydı. Aradan 24 yıl geçmesine ve bir ülkenin dönüm noktasını oluşturmasına rağmen o dönemin ve öncesinin doyurucu bir tahlilinin yapıldığı ne bir film çekildi, ne bir roman yazıldı..Ya ah vahlarla dolu arabesk bir tarz işlendi ya da o zamanki örgütlerin ne kadar öcü olduğunu beynimize nakşeden yapıtlar gezindi ortalıkta.

            Vizontele Tuuba’da da farklı bir şey yoktu. Örgütlere çocuksu bir havada yaklaşılmıştı. Hafif alaysı çokça karikatürize ederek... Evet doğru hiyerarşık bir yapıları vardı, çok slogan variydi, tek tipti, kısır çekişmeler de olurdu. Ama sadece bu muydu? İnsanlar o örgütler içinde daha sosyallerdi. İnsan insana bu kadar yabancı değildi. Tek başınayken geliştiremediği yeteneklerini topluluk içinde geliştirecek olanağı bulurdu. En önemlisi birlikte hareket etmenin gücünü  biliyorlardı.

Hiyerarşi, tektipleştirme, slogancılık... bunlar doğduğumuzdan itibaren bizi şekillendiren unsurlar. Ailemizde, eğitim kurumlarında ve devletin tüm mekanizmalarında karşımıza çıkmakta. Buna karşı olanlar bu örgütlerde varlık gösterdi. Bu örgütlere geldikleri zaman doğduklarından beri kendilerine empoze edilen bu kavramları eski bir giysi gibi çıkaramadılar. Ama bununla mücadele ettiler. Evet , kariyer hırsı olan, benim dediğim olacak, diyen çoktu. Ama buna karşı çıkan da vardı. Yapılanmaları, karşı çıktığımız bu kavramlardan arındırmak için çok da uğraş verildi. Bunlardan söz edilmeyip, örgütlenmenin öcü tarafları, ön plana çıkarıldığı için, şu anda ciddi bir örgüt düşmanlığıyla karşı karşıyayız. İşin ilginç yanı, örgüt düşmanlığında entelektüel bir yan bulmak da mümkün. Yani muhalifsindir, yazar çizerliğin vardır, tespitlerin de iyidir, üstüne üstlük bağımsızsındır, bu, daha da entelektüel. Ama örgütlüysen... yani biraz gelenekçi misin ne!

Oysa, ne kadar bağımsızız. Bütün bu karşı çıktığımız şeylerle kuşatılmış değil miyiz? Gittiğimiz kafede, seyrettiğimiz filmde, okuduğumuz haberlerde, hatta sohbetlerde, ailemizde, işyerlerimizde çıkmıyor mu karşımıza. Bir örgütte bulunmadığımz zaman bağımsız mıyız sahi bunlardan? İşte bu yüzden, aydınla yaşamın arasındaki uçurumlar büyüyor. Aydın tespitini yapıyor, problemleri buluyor, zaman zaman çözümü de öneriyor. Ee iyi güzel de kim yapacak bunları. Aydının görevi burada bitiyor. Bunları uygulayacak olanlar tabii ki daha sıradan kişiler olmalı. Hiyerarşinin ta kendisini görüyoruz burada.

Çevremde kendini hayatın akışına bırakmış, oradan oraya savrulan, “ben kimim, neyim, anlam ne” diye sorgulayıp, bunalım yumağı olmuş bir yığın insan var. Diyorum ki onlara, “biliyorum, çok acı çekiyorsun, hiç mutlu değilsin, televizyonu açıyorsun, bir katliam, gazeteye göz atıyorsun, yoğun bir şiddet, sokağa çıkıyorsun, bir tinerci bebenin baygın bakışları saplanıyor yüreğine. Evde, işyerinde, sokakta, heryerde soluk aldırmayan bir şiddetle sarılmış dört bir yanımız. Oysa bu şiddeti biz yaratıyoruz. Sen, ben., o, biz, siz, hepimiz. Yüzyıllar boyunca hepimiz, tüm insanlık bir parça koyduk bunun üzerine. Gökten zembille inmiyor bunlar. Hepimizin içinde büyüyor, büyüyor. Bir araya gelip, birbirimizin şiddetine ayna tutmak da var, tek tek hayatın akışı içinde yok olup acılar içinde kıvranmakta var. Ne dersiniz?”