|
|||||||||
|
|||||||||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]()
Pınar Selek
“ Tarihin nesneleri olmayı tamamen durduramasak bile, tarihin özneleri olmamız gerek.” (Freire)
Amargi bir akademi, hem de kadın akademisi olma iddiasında. Özgürleşme çabası içinde el ele tutuştuğumuzda, bir anlama, değişme, değiştirme yolculuğuna çıktığımızı biliyorduk. Sloganımızı daha yola çıkarken seçmiştik. “Yaşamak en önemli akademik faaliyettir”. İki yıllık tarihimizde de çok şey yaşadık. Çok şey biriktirdik. Yaşadıklarımız üzerine hep düşündük. İkinci defa. Üçüncü defa. Yaşamımızı değiştirdik. Yeni şeyler ekledik. Yeniden düşündük. Amargi’li yıllar, hayatı hissettiğimiz, varolabildiğimiz iki seneydi. Müthiş öğrendiğimiz, biriktiğimiz, eski bilgilerimizle yaşamda yeniden buluştuğumuz, onlarla hesaplaştığımız, çatıştığımız bir süreçti. Çok uzaklarda, benzer bir deneyimin teorisini geliştiren Freire’in ünlü kitabı “Ezilenlerin Pedagojisi”ni hiç tartışmadık nedense. Belki çoğumuz bireysel olarak okuduk. Ama onun deneyimini Amargi’ye akıtmadık. Ben bu deneyimden beslenmemiz ve eleştirel bir bakışla yeni projeler geliştirmemiz gerektiğine inanıyorum. Aradan geçen yıllarda özgürlük üzerine çok şey birikti. Örneğin eğitim kavramının kendisiyle sorunluyuz artık. Kitapta çokça geçen insanlaşma sözüyle sorunluyuz. Feminist bir perspektiften bakıldığında da bir çok sorun var. Ama ben, bu yazıda sadece Freire’in başardıklarına değineceğim. Belki bir tartışma başlar ve devam eder diye. Nasıl bir eğitim projesi ezilenlere sunulan bir özgürleşme projesi olabilir? “Ezilenlerin Pedagojisi”, Freire’in dil-eğitim-iktidar üçgenini sorgulayarak geliştirdiği alternatif eğitim yöntemini anlatıyor. Bu yöntem, eğitimi bir özgürleşme siyasetine dönüştürme iddiasında. Paulo Freire’nin kimliği, kitabı anlamak açısından oldukça önemli. Freire, Brezilya’da, okuma yazma bilmeyenler için bir öğretim yöntemi geliştirmiş bir eğitimci. Bu yöntem yoksullaştırılmış insanların geleneksel uyuşukluklarından silkinip özneleşmelerini hedefliyor. Projesinin uygulamadaki başarısı nedeniyle, Freire’in fikirleri sadece Brezilya da değil, tüm kıtada oldukça büyük bir etki yaptı. Bu etki sadece eğitim alanında değil, tüm özgürleşme mücadeleleri için önemli oldu. Freire’in projesine katılanlar, okuma yazma öğrenirken yeni bir kendilik bilinci edindiler ve içinde bulundukları sosyal duruma eleştirel bakmaya başladılar. Onlara katılım imkanını vermeyi reddeden toplumu dönüştürmek üzere harekete geçtiler. Alt üst oluş deneyimleri yaratan bu proje, ezilenlerin acısına yaratıcı bir zekanın ve duyarlı bir vicdanın verdiği karşılık olarak tanımlandı. Freire şu temel varsayımdan hareket eder : İnsan, kendi dünyası üzerinde eylemde bulunan bir özne olma yetisine sahiptir. Bunu yaparken daha mutluluk verici bir hayata giden yepyeni olanaklara doğru hareket edebilir. Bu dünya durağan ve kapalı bir düzen, insanin kabul etmek zorunda olduğu verili bir gerçeklik değil, üzerinde çalışılması gereken bir problemdir. İşte insanlar bu dünya aracılığıyla birbirlerini eğitebilir. Çünkü her insanin ötekilerle diyalog içinde yüzleşerek dünyasına eleştirel bakma yeteneği vardır. Ancak özgürleşme mücadelesi, ezilenlerin tarihsel görevidir. Çünkü egemenler ne kendilerini, ne de başkalarını özgürleştirebilirler. Onlar için “insani varlık” sadece kendileridir. Onlar için olmak, sahip olmaktır. Egemenlerde sahte yardımseverlik vardır.Gerçek yüce gönüllülük ise, sahte yardımseverliği besleyen nedenleri yok etme mücadelesidir. Ezilenlerin yardıma giderek daha az gerek duymasını, iş görecek ve dünyayı dönüştürecek hale gelmesini sağlamaya çalışmaktan geçer. Sahte yardımseverlik ise, boyun eğdirilmişleri, “hayatın reddedilmişlerini” avuç açmak zorunda bırakır. Bu yaklaşımın eğitimden anladığı, normalleştirme, rehabilitasyon, işleve uyumlulaştırmadır. Çünkü bu karşıtlık içinde, ezilenlerin özgürleşmesi yıkıcılık anlamına gelir. Onların bilinci, kendilerini çevreleyen her şeyi egemenliğin bir nesnesine dönüştürme eğilimindedir Freire, eğitim kurumunun, en önemli iktidar mekanizması olduğunu savunur. Resmi eğitim kurumları ezenlerin ideolojik aygıtlarıdır. Bu sadece eğitimin içeriğinden kaynaklanmaz. Eğitim yöntemleri, bilginin aktarılma biçimi, eğitim sürecinde kurulan ilişkiler, eğitimin içeriğinden nispeten bağımsız olarak, ikili bir ideolojik işlev ifade eder. İlk olarak, insanlar başkalarına ait olan bir anlatının pasif alıcıları haline getirilerek suskunlaştırılır ve ezilir. İkinci olarak da metin içerisindeki bağlamdan koparan bir okuma yazma pratiğiyle bu “sessizlik kültürü” pekiştirilir. Öğretmen öğrenci ilişkisi içindeki, anlatan-anlatılan konumu iktidar ilişkisini açıkça yansıtır. Freire der ki: “Okul içindeki ve dışındaki öğretmen-öğrenci ilişkisinin dikkatli bir analizi bu ilişkinin temel olarak anlatı niteliğini ortaya koyar. Bu ilişki, anlatan bir özne (öğretmen) ve sabırla dinleyen nesnelerden (öğrenciler) oluşur. Anlatılan şeyler, ister değerler, ister gerçekliğin ampirik boyutları olsun, anlatılma sürecinde cansızlaşma ve taşlaşma eğilimindedir. Eğitim, anlatım hastalığından muzdariptir.” Dil, hem egemenlik yapılarının yeniden üretildiği ve meşrulaştırıldığı bir tahakküm alanı hem de dünyayı farklı bir biçimde adlandırma ve yeni müşterek yaşantılar oluşturma olanaklarını içeren bir özgürleşme aracıdır. İnsanların suskunlaştırılması, onların özgürlük aracından yoksun bırakılması, gerçekliği yeni bir biçimde görünüşe çıkarma kapasitelerinin köreltilmesi anlamına gelmektedir. Bu da yürürlükte olan eğitim pratiğinin yaptığı asli işlerden biridir. Egemen eğitim pratiği, her şeyden önce öğrencinin boş fakat doldurulması gereken bir zihinle geldiği varsayımına dayanıyor olduğundan, öğrenmek isteyen insanın deneyim alanı dışında üretilmiş, dolayısıyla ona yabancı bir sürü şeyi dinletir. Öğrenci olmak, bir insanın aslında kendisini hiçe sayan, dolayısıyla da kendisinden hiçbir yaratıcı çaba, hiçbir gerçek konuşma talep etmeyen bir monoluğun dinleyicisi olması anlamına gelmektedir. Sonuçta, insanlar başkalarının anlatılarına maruz bırakılmakta ve müşterek bir deneyim kurarak gelişme yetenekleri köreltilmektedir. Dinlemek, dinlemeyi bilmek kuşkusuz bir erdemdir, ama bu ancak bir diyalog ortamında, dinlediğimiz söz üzerine düşünebilme ve ona yanıt verebilme imkanına sahip olduğumuz ve ayrıca söylediğimiz sözün de aynı biçimde dinleneceğine güven duyduğumuz bir durumda böyledir. Bir monoluğu dinlemek zorunda kalmak ise, Freire’in ifadesiyle, ezilmektir. Öğretmen, gerçeklikten sanki kıpırtısız, durağan, ayrı bölümlerden oluşan ve öngörülebilir bir şey gibi söz eder. Bağlamından kopartılmış bu bilgiler öğrencilerin beynine doldurulur. Dönüştürücü değil, pasifleştirici olan bu eğitim, bir “tasarruf yatırımı” haline gelir. Öğrenciler “yatırım nesneleri”, öğretmen de “yatırımcı”dır. Freire bu eğitim modelini “Bankacı Eğitim Modeli” olarak tanımlar. Bankacı eğitim modelinde bilgi, kendilerini bilen sayanların, yine onlar tarafından hiçbir şey bilmez sayılanlara verdiği bir armağandır. Bu model, uyumlulaştırılmış insan yaratır. Freire şu soruyu soruyor : Bölünmüş, kendileri olarak varolamayan ezilenler, özgürleşmeyi sağlayacak bir pedagojiye nasıl katılabilir? Burada özgürleşme acılı bir doğumdur. İnsanlar, önce, içinde ezildikleri dünyayı deşifre ederler. Daha sonra, praksis aracılığıyla gerçekliğe eleştirel müdahale ederler. Yani dünyayı değiştirirler. Herkes kendi dünyasını değiştirirken dünya da ezilenlerin eliyle değişir. Bu sürecin tüm aşamalarında egemenlik kültürü ile hesaplaşılır. Freire, altı yıllık eğitim çalışmalarında biriktirdiği gözlemlerin bir sonucu olan “Ezilenlerin Pedagojisi”nde, bu çalışmalarda karşılaştığı ilk engelin “Özgürlük korkusu” olduğunu ifade ediyor. Genelde kamufle edilen bu özgürlük korkusu hem ezenler hem de ezilenler için geçerlidir. Ezen ve ezilen arasındaki ilişkinin temel öğelerinden biri kural belirlemedir. Güçlü olan, kendi seçimini hegemonyası altındakilere dayatır. Böylelikle ezilenlerin davranışı belirlenmiş olur. Ezenin imajı içselleştirilir. İçine gömülü bulunan egemenlik yapısına uyum sağlanır ve bu yapıya teslim olunur. Bu, edilgen bir kişilik yaratır. Kendine güvensizlik gelişir. Sürü halinde yaşamak yoldaşlığa yeğlenir. Bu yapı için artık özgürlük oldukça riskli bir konuma gelir. “Özgürlük korkusu” ezileni ezene zihinsel anlamda da bağlar. Dolayısıyla, ezilenler bir ikiliği taşırlar içlerinde : özgürlük tutkusu ve özgürlük korkusu. Özgürlüğün izini, sürekli ve sorumlulukla sürmek gerekir. Özgürlük insanın dışında bir ideal değildir; mit haline gelen bir fikir de değildir. Özgürlük fethedilir, armağan olarak alınmaz. Praksis içinde özgürleşilir. Bu en sahici öğrenme sürecidir. Freire’ye göre ezilenleri özgürleştirecek pedagojilerin doğumu, ancak kendilerinin ezenlerin “ev sahipleri” olduklarını fark ettikleri zaman gerçekleşecektir. Ezilenler, ezenlerin yenilebilirliğine inanmakta zorlanırlar. Hatta durumlarının farkına varmadıkça, sömürüyü kaderci bir biçimde kabul ederler. Ezilenler özgürleşme adına, ezen haline gelebilirler. Çünkü onlar, ezildikleri süreçte özgürlüğü ezenlere ait saymışlardır. Ezilenler ancak ezenleri keşfettikleri ve özgürlük için örgütlü mücadeleye girdikleri zaman kendilerine inanmaya başlarlar. Bu mücadele özgürleştirici bir eğitimdir. Ama bu, diyalog değil monolog ve slogan merkezli olduğunda başarıya ulaşamaz. Bu mücadele içinde, şimdiye dek, genelde ezenlerin kullanmış olduğu “eğitim” yöntemi uygulanmıştır. Yani propaganda. Oysa, insan manipüle edilecek bir araç olmaktan çıkmalıdır. Eğitim özgürlük amacını taşımalıdır. Otoriter değil özgürlükçü olan ve insanları yaratıcı bir sürecin özneleri haline getiren bir eğitim çalışması bilgi aktarımından değil, idrak edimlerinden oluşur. İdrak edimi diyalog aracılığıyla gerçekleşir. Burada öğrencilerin öğretmeni ve öğretmenin öğrencileri ortadan kalkar ve yeni bir terim doğar : Öğretmen-öğrenci ve Öğrenci-öğretmen. Diyalog, insanlar arasındaki yüzleşmedir ve dünyayı adlandırmak için dünya aracılığıyla yaşanır. Özgürleştirici bir eğitim çalışması açısından, insanların kendilerinin ya da arkadaşlarının ortaya koydukları düşünceleri tartışarak, düşünceler üzerinde egemenlik kurdukları duygusunu geliştirmeleri önemlidir. Ötekilerle kurulan gerçek diyaloglar çatışmayı, kendini sorgulamayı, eleştiri ve özeleştiriyi, dönüşmeyi ve dönüştürmeyi sağlar. Kendi deneyimlerini ötekinin deneyimleriyle birlikte yeniden düşünmek geleceği kurmak açısından güç yaratır. Diyalogla ortaklaştırılan bir deneyim demeti Amargi. Ve bu demetin seninle temasa ihtiyacı var, Freire! Hakiki bir diyaloğa.
|
![]() |
![]() |